19 Mart 2009 Perşembe

AYVALIK - CUNDA ADASI



Aslında bu yazıyı geçen sene kışın yazmışım, ama sanırım fotoğrafları bulamadığımdan da yayınlamamışım, Gökçen Hanım'ın ( http://www.lalbebek.com/) yorumu sonrası kısa da olsa eklemek istedim.

Daha detaylı Ayvalık-Cunda yazısı ise kısmetse bu yaz gidildikten sonra eklenecek :)

Cunda'yı anlatmak ne kadar zormuş, elim bir türlü gitmiyor yazmaya. Bunun nedeni aslında anlatacak o kadar şey var ki Cunda hakkında, nereden başlasam nasıl anlatsam bir türlü karar verememem.

Birkaç hafta önce eşimle yine dayanamayıp Ayvalık'a doğru yola koyulduk. Senede hiç olmasa en az iki kere gideriz Cunda'ya. Bu sene yazın gitmemiz biraz zor olacağından, kışın gidelim bir de öyle görelim Cunda'yı dedik. Böylece bir kez daha onaylamış olduk ki Ayvalık dört mevsim yaşanalabilecek bir yer. Eşimin büyükbabası da Cunda'da yaşadığından gitmek için bir nedenimiz daha oluyor.

Bu sefer gerçekten kötü bir fırtına zamanına denk gelmişiz. Orada yaşayanlar bilir poyrazı fena eser Ayvalık'ın. Cumartesi bütün günü evde geçirince bayağı moralim bozulmuştu aslında, çünkü dışarı çıkıp bir sürü fotoğraf çekmek istiyordum. Pazar günü bu umutla uyandım. Güneşte yavaş yavaş kendini gösterir göstermez, hemen kendimizi adanın merkezine attık. Merkeze inmeden önce 2007 yılında Rahmi Koç tarafından yaptırılan kütüphaneye bakmaya gittik. Kütüphane adanın tepesinde eski bir yel değirmenine yapıldı, hala tadilat devam ediyordu ve kış aylarında maalesef kapalı, ziyaret için yazı beklemeniz gerekiyor.
http://www.arkitera.com/news.php?action=displayNewsItem&ID=19256

Daha sonra aşağıya adanın merkezine indik. Balıkçılar deniz kestanesi toplamış, onları ayıklıyorlardı. Geçen sene tekne turuna çıktığımızda görmüştük bu deniz kestanelerini, hatta eşim tadına bile bakmıştı, ama ben o şekilde çiğ yemeye yanaşamadım. Balıkçılar deniz kestanesinin içini cam kavanozlara doldurup restaurantlara satıyorlarmış, restaurantlarda meze olarak kullanılıyormuş. İstanbul'a bile yolladıklarını söylediler.


Adanın bu sakin hali de çok hoşumuza gitti, gazetelerimiz alıp Taş Kahve'de adaçayı içmek için mola verdik. Güneş kendini iyiden iyiye gösterince dışarıda oturma keyfini de çıkardık.


Cunda'ya gidince yapmanız gereken en önemli şey Ayvalık tostu ile beraber ada çayı içmektir. İstanbul'da da Ayvalık tostu yapan bir sürü yer açıldı, ama hiçbiri burada yapılanların yerini tutamaz, çünkü ekmeği özeldir, sadece Ayvalık'ta yapılır, aynı şekilde peyniri de İstanbul'da kullandıkları peynirden değildir. Bir de yazın lokma yemeyi unutmayın tabi. Nerede yeriz diye sormanıza hiç gerek yok, en uzun kuyruk neredeyse bilin ki orası en güzel yerdir. (Lokmacı Saki)

Adaya gelipte yaptığımız bir şey de zeytinyağı almak, büyükbabamızın tavsiyesiyle de Ada'nın merkezinde bulunan Has ada zeytincilik'ten alıyoruz zeytinimizi, zeytinyağımızı, zeytinyağı sabunumuzu, zeytin reçelimizi.


Zeytin reçeli kulağınıza biraz tuhaf gelmiş olabilir, ama denemenizi tavsiye ederim, çok seveceksiniz. Hasada'nın kibar sahipleri ve şirin dükkanı da bizi her seferinde içeri çekmekte, bu sefer İstanbul'dan da siparişler olunca yükümüz bayağı fazlaydı.Eğer sipariş vermek isterseniz :


http://www.hasadazeytincilik.com/main.htm


Ada'nın biraz ara sokaklarında yürüyüş yaptık, eski rum evleri, kimileri restore edilmiş, onları gördükçe Ayvalık'ta yaşamak isteğimiz sürekli arttı. İnşallah bir gün o da nasip olur.


10 Şubat 2009 Salı

YENİDEN...

Uzun zaman oldu yazmayalı, insan cümleye nasıl başlayacağını bilemiyor.
Öncelikle bu kadar ara vermemin nedenini açıklayayım. Bu süreçte ailemiz büyüdü ve aramıza minik oğlumuz katıldı. Hamilelik ve doğum sonrası dönemde yazacak fazlaca vakit bulamadım.
Aslında bu dönem de hayatımda farklı bir seyahat dönemiydi. Hamilelik, doğum, doğum sonrası hepsini uzun bir seyahat olarak adlandırabiliriz. Benim için unutulmaz ve de oldukça keyifli bir seyahatti bu süreç ve de bir ömür boyu sürecek çocuklu aile olmanın verdiği yeni sorumluluklarla yeni bir seyahate doğru yol alıyoruz.
Bu dönemde de eşimle gezmeyi sürdürdük. Oğlumuz iki aylıkken, bu yaz yapabileceğimi düşünemediğim, Kuzey Ege seyahatimizi yaptık. Merkez olarak Ören'i aldık. Öncelikle çocukla gideceğimiz için şartların onun için uygun olmasına dikkat ettik. Ege'yi seçmemizin de bunda etkisi çok büyük, en azından Akdeniz sıcaklarından kaçmış olduk. Kuzenimizin tavsiyesi ile Hotel Club MTK'da kaldık.


Çocukla ne yapacağımızı tam kestiremediğimizden fazla pahalı bir otelde kalmak istemedik. MTK fiyat olarak bize çok uygun geldi. Bence hizmet konusunda da başarılı, kendini geliştirmeye çalışan bir otel. Denize sıfır konumda olması çocuklu aileler için çok ideal, gündüz ve akşamları çocuklar için çeşitli animasyonlar da mevcut. Akşam çocuklara açık havada sinema keyfi vardı. İnanın biz de oturup zevkle çizgi film izledik :)) Oğlum mu o çok minik olduğundan o saatte pusetinde uyuyordu.

Otel içinde para harcamak yasak, para karşılığında boncuklar alıyorsunuz ve boncuklarla alışveriş yapıyorsunuz. Açık büfesi oldukça zengindi, garsonlar da oldukça kibardı. Kısacası biz memnun kaldık otelden.


Tabi bütün bir haftayı otelde geçirmedik. Günübirlik Ayvalık'a büyükbabamızı ziyarete gittik. Ayvalık'ı size daha ayrıntılı ve de daha güzel fotoğraflarla anlatmak istiyorum, bu nedenle şimdilik kısa geçiyorum. Ayvalık'a gidince olmazsa olmazlarımız zeytinyağımız ve İzmir sepet peyniri ve Ayvalık tulumlarımız alınıp, kısa bir ada turundan sonra otelimize döndük.

Bir gün de Çeşme Alaçatı'ya gittik. Alaçatı çok yakın olmamakla beraber kız kardeşim orada çalıştığından ona süpriz yapmak istedik. Alaçatı bildiğiniz üzere dünyada sörf yapılabilecek nadir yerlerden biri, küçük bir kare.




Bütün bunları iki aylık bir bebekle nasıl yaptınız derseniz inanın çok kolaydı. Çünkü ben oğlumu emziriyordum. Bu nedenle yanımda ekstra bir malzemeye ihtiyacım yoktu. Onun giyim ve bez ihtiyaçlarının olduğu bir çantası ve puseti vardı arabamızda. Bir de portbebe vardı ki arabada onunla çok rahat ettik, bütün yol boyunca uyudu oğlum.
Maalesef fazla fotoğraf ekleyemiyorum bu sefer, bunları yazabileceğimi bile düşünmemiştim, o nedenle kayda değer fotoğraflar yok elimde.


Dönüş istikametimizi Çanakkale Kazdağları üzerinden yaptık. Gerçekten görülmesi gereken yerler, Edremit – Altınoluk – Küçükkuyu ve Kaz Dağları.

Küçükkuyu'da Adatepe'ye çıktık, merkezden yaklaşık 7 km. yukarıda, inanılmaz bir manzarası var. Köyün hemen merkezindeki Dut Dibi Kahvesi'nde bir güzel mantıları indirdik mideye, oğlum da pusetinde temiz havanın tadını çıkardı. Kah uyudu, kah sevinç çığlıklarıyla o sessiz köyde kuşlara eşlik etti.


Yediklerimizi sindirebilmek için köyün içinde dolandık biraz, taş yapılar çok şık restore edilmişti, kimi bir restaurant kimiyse butik oteldi. Ayrıntılı bilgiye Türkiye'nin internetteki ilk köy sitesi olan www.adatepekoyu.com dan ulaşabilirsiniz.

Son olarak köy meydanındaki büyük çınarın altında Türk kahvelerimizi yudumlayarak yorgunluğumuzu attık. Adatepe'de görebileceğiniz bir yer de Zeus Altarı, ama çocukla oraya çıkmamız zor olduğundan gidemedik.

Son olarak bahsetmek istediğim yer de Yeşilyurt Köyü. Dünyada oksijen oranın ikinci en yüksek olduğu yer olan Kaz Dağları'na tırmanırken sağ tarafta Yeşilyurt Köyü'nü göreceksiniz. Biz yemek ve kahve işini Adatepe'de hallettiğimizden Yeşilyurt Köyü'nde arabayla turlayıp çıktık. Bir daha ki sefere daha uzun uğramak üzere notlarımıza ekledik.

Yeniden yazmak için bir başlangıç yapayım demiştim, ama sanırım özlemişim yazmayı :)))